24 Temmuz 2010 Cumartesi

İzmir'den İstanbul'a Gitmek (Ziyaret)

Kısa süreliğine şehri terk etmek, tatile çıkmak insana yenilenme duygusu verir. Yaşadığınız şehri, düzeninizi tekrar düşünüp değerlendirir, hayatınıza dışarıdan bakarsınız. İstanbul’dan İzmir’e gitmek ise daha farklı bir durumdur. Özellikle okumuş birçok genç para kazanmak, daha özgür olmak, İstanbul’u doya doya hissetmek için İstanbul’a yerleşir, İzmir’de kalan yakınları ise onları ziyarete gider. Ziyaretçiler,her gidişte yeni İstanbullu İzmirlilerin İstanbul’a gidiş nedenlerini tekrar tekrar irdeler, „kalsalardı ne olurdu?“ diye sorar kendilerine.
İstanbul’a kısa süreliğine gitmek, iki kenti kıyaslamak için iyi bir fırsattır. İki kenti kıyaslamak geçmişin kültür mozayiğini içinde sır gibi saklayan bir kentten milenyumun kültür başkenti iddasıyla ortaya çıkan memleketin en büyük kentini aynı kefeye koymaktır. İstanbul ile İzmir’i kıyaslarsanız iki farklı kent, iki farklı ruh karşınıza çıkar. Modern mimarinin eşsiz örneklerini görmek, gökdelenlerin, birbirinden ihtişamlı ve fakirliği unutturan alışveriş merkezlerinin büyüsüne kapılmaktır. Tarihi eserlerin, yeşilliğin, dev açıkhava reklamlarının, boğazın, denize vuran renkli ışıkların ve 24 saat susmayan bir kentin temposuna kendini kaptırmaktır. İzmir’den İstanbul’a gitmek taşradan „büyük şehre“ gitmektir eskilerin tabiriyle. Bugünkü duruma bakıldığındaysa modernliğin ve Cumhuriyet'in kalesinden „İstanbul mega köyüne“ gitmek denilebilir. İzmir metrosunun sebep olduğu inşaat labirentlerini bırakıp başka bir inşaatlar ve gariplikler kentine yol almaktır, İstanbul’a gitmek. Gece sokakta yalnız başına rahatça yürüyen kadınlar görmemek, yaz sıcağında askılı elbiseyle gezinen güzel kızlardan mahrum kalmak ve denize girilecek yerlerden çok uzakta kalmaktır İstanbul’da olmak.

Sadece yolculuk değil, gittiğiniz yerde İzmirlilerle olduğunuzda sabahtan akşama kadar iki kentin arasındaki olumlu olumsuz farklılıkları dinlersiniz. Denizin, boğazın, tarihi mekanların farklı tarzda birbir çeşit insanın seyrine dalarken kentteki trafiğin yokedici kördüğümü içine dalarak tekrar tekrar İzmir’i özlemeye başlarsınız. İzmir’e hatta Ege Bölgesine dair her şeyi seçici olarak algılarsınız.
Bir de dönüş var elbet. Her dönüşte trafiği, insan kalabalığını, insanların kabalığını ve kentin acımasız birçok kuralını düşünüp ‘iyi ki İzmir’deyim’ dersiniz. İzmir’e döndüğünüzde trafikten şikayet etmez, şehrin temizliğine hayran kalırsınız. Ama dönüşlerde İstanbul için yapılan yatırımları, sergileri, konserleri, geçmiş ve geleceği içinde barındıran, karmaşık ama birbirinden güzel mimarlık abidelerini, dinamik iş yaşamını, hızlı giden hayatı hayranlıkla İzmir’deki arkadaşlarınıza anlatırsınız. Sonra kocaman bir soru işareti belirir akılda İzmir için ne yapmalı, neyi nasıl hemen değiştirmeli diye sorarsınız.


İstanbul etkisi bir süre gider, birkaç hafta sonra tüm o değiştirme arzusu unutulur, biter. Sadece İzmir’den İstanbul’a giden yakınlarınızı özler ve yeniden İstanbul’a gitmek için planlar yaparsınız. En azından 7 yıldır benim için durum böyle. Her gidiş dönüşümde İstanbul’un sevdiğim yönlerini kalbimin bir köşesini orada bırakıp gelirim sevdalısı olduğum kentime. F. Onat

Fotoğraf: Sina Demiral, daha fazlası için: http://www.fotoritm.com/
http://www.gaxxi.com/fotoritim/fotoritim/gorsel/dosya/1184186554istanbusilueti.jpg

6 Temmuz 2010 Salı

Yine Yeniden Kemeraltı

Kemeraltı, alışveriş merkezlerinin tüketen havasından çok uzak. Daha çok benim, daha çok senin, çok „ikimizin“ havasında bir yer Kemeraltı. Burada vitrinler ışıklı ve gereği kadar şık. Camlar ve bol sıfırlı etiketler esnafla müşteriyi birbirinden uzaklaştırmıyor. Burada insanlar tek sesli değil çok sesli, çok dilli, çok memleketli. Sadece Mardinli, Antepli, Balıkesirli, Samsunlu, Kastamonulu, Ordulu aynı zamanda İzmirli. Sadece İzmirce değil Yunanca, Arapça, İspanyolca, İngilizce, Lazca, Kürtçe ve daha birçok dilde ve lehçede kucaklıyorlar birbirlerini.

Değişen herşey gibi Kemeraltı da değişiyor ama adeta değişimle sevişiyor. Yeni gelen her farklılık kendini bir şekilde buraya kabul ettiriyor. Krizler yüzünden kapanan dükkanlar üzüyor bir tek, işsiz kalanları düşündükçe. Belki bu yüzden sokaktaki dilencilerin, müzisyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bir yandan da otantik ürünlerin değerlerinin artması insana umut veriyor. Kemeraltı, özellikle Kızlarağası Hanı gümüş, seramik, el işi gibi otantik ürünlerin birarada olduğu bir renk ve emek şöleni sunuyor gezginlere.

Gündemde ne varsa Kemeraltı'nın seslerinde, yazılarında, mallarında yerini buluyor. Dizilerde kullanılan çantalar, ayakkabılar, giysiler, takılar, son model sınav kitapları, parfümeri ve ilacın en yenileri hep burada. Esnafın naralarındaki sözlerden, müzisyenlerin şarkılarına kadar herşey televizyondan günlük yaşama geçiyor.

İzmir limanına gelen gemilerdeki turistler Kemeraltı’na daha bir turistik çarşı havası vermiş. Insanın canı tebdil-i kıyafet gezip turist gibi hissetmek, esnafın sempatik İngilizcesiyle, İtalyancasıyla konuşup keyiflenmek istiyor. Dericiler, çantacılar, kuyumcular turist trafiğinin en yoğun olduğu yerler olarak turistleri çekiyor. Alışveriş merkezine kaçan İzmirliyi tekrar çarşıya çekmenin yolu nedir bilinmez ama görünen o ki turistler ve yerli gezginler tadını güzel çıkarıyor Kemeraltı'nın.

Yaşadığı ekonomik ve sosyal değişimler sonucunda bir sürü ticari ve sosyal soruların yanıtlanması gereken otantik çarşı Kemeraltı her zaman gidenlerin duygularını harekete geçiren, bazen yoran ama her zaman keyif veren bir yer olmaya devam ediyor.
Kızlarağası Hanında Binbir Ülkeden Gelen Ürünler










"Yaprak Dökümü Ferhundenin Yeni Model Çantaları Geldi"