21 Mayıs 2013 Salı

Genç Gözüyle Şirince

Biz şehirde yaşayan insanların sanıyorum yemek, içmek ve uyumaktan sonra ki en büyük ihtiyacı şehrin o boğucu gürültüsü ve pis havasından kopup biraz kafasını dinleyebilmektir.

Ben ve ailem de biraz kafa dinlemek için yeşilliği, temiz havası ve biraz da şaraplarıyla çakır keyif olma imkanı sunarak insana kucak açan ismi gibi şirin İzmir'in Şirince Köyü'ne gidiyoruz. Siz de bizim gibi kafa dinlemek için bu ilçeyi tercih ederseniz özel arabanıza atlayıp İzmir- Aydın otobanından Belevi çıkışını kullanarak Selçuk ilçesine oradanda Şirince tabelasını takip ederek sadece 8 km gitmeniz yeterli. “Benim özel bir arabam yok, oraya gidemez miyim?” diye düşünmeyin. Otogardan “Selçuk” otobüslerine binip Selçuk otogarından da Şirince minibüslerine binmeniz yeterli olacaktır.

Şirince yolunun sağında ve solunda yer alan yeşillikler, meyve bahçeleri daha yolda bile insanın gözünü aynı zamanda da ruhunu dinlendirmeye başlıyor. Yolda dönen yolların başlaması Şirince'ye yaklaşıldığının en büyük habercisi. Güzel ve dinlendirici yolculuğun ardından -küçük yeğenimin gördüğü herşeyin büyük bir ısrarla sorması haricinde- küçük kasabaya geliyoruz.

Kafanızı kaldırıp bu şirin kasabaya baktığınızda yeşilin içinde sana sıcacık gülümseyen hemen hemen aynı büyüklükte ve sanki birbirine saygıda kusur etmemek istercesine birbirinin önünü kapatmayan Rum Evleri ile karşılaşırsınız. Benim size tavsiyem o anda yapmanız  gereken şey gözlerinizi kapatıp o temiz ve tarihi havayı derin   bir nefes alarak tüm ciğerlerinize doldurmanız.

Tabii ki bu kasabaya geliş amacınızın da büyük önemi  var. Kimisi bu kasabaya tarihi dokuyu incelemek (genelde ilk kez gelenler) kimisi benim gibi kafasını dinlemek, kimisi takı  ve doğal taş meraklısı ablam gibi yapılan el işi taştan takılardan almak, kimisi o güzel şaraplarının tadına bakarken bir yandan evdeki şarap stoğunu doldurmak, kimisi ise küçük yeğenim gibi sadece keşfedip eğlenmek için buraya gelir.

Ben her ne kadar oturup dinlenmeyi tercih etsemde ablamın ısrarları ile kendimize el işi -tezgahlarının önünde buluyoruz. Bu tezgahların -arkasında ise tam bir Egeli gibi tüm sıcaklığı ile sana kucak açan başı çemberli altı şalvarlı yürekleri gibi yüzleri de temiz yaşlı teyzelerle karşılaşırsınız. Teyzeler evde boş oturup erkeğe el açmak yerine marifetlerini konuşturup evin ekonomisine ortak olmayı tercih eder. Bu tezgahlarda neler neler vardır bir bilseniz. Oyalı çemberlerden işlemeli patiklere, banyo liflerinden iğne oyalı havlulara kadar pek çok şey... Ama bana sorarsanız benim ilgimi en çok şile beziyle yapılan işlemeli elbiseler dikkatimi çekti. Sıcak bir yerde yaşıyorsanız -özellikle Ege Bölgesi gibi- en çok ihtiyaç duyacağınız şey hafif, rahat, ince ve pamuklu giysilerdir. İşte bu elbiseler benim için biçilmiş kaftan. Hemen uğur böcekli işleme ile işlenmiş yaka kısmı dantelli küçük bir elbiseyi yeğenime; sade, yakası dantelli ve belinde örgü kemeri olan elbiseyi kendime seçiyorum. Başlıyorum teyzemle sıkı bir pazarlığa ve ikisini zar zor 40 TL'ye alıyorum. Bir de bakıyorum ablam yok. Onun nerede olduğunu tahmin etmek benim için zor değil. Tabii ki takı tezgahları... Ablamın yanına gittiğimizde tezgaha bir göz gezdiriyorum. Renk renk taşlar hemen gözüme çarpıyor. Taşların güçlerine inanan ablam tasarımı ve rengiyle ön plana çıkan turkuaz taşları ile yapılmış bir takıyı kendine almakta gecikmemiş. Diğer dükkanları da büyük bir ilgiyle gezip kendimize şarap tadıp alabilecek bir yer arıyoruz. Sonunda Kıvırcık Şarap Evi'nde karar kılıyoruz. Buranın sahibi çok sevimli bir karı-koca... Dükkanın dışında tahta masa ve hasır küçük taburelerde oturup başlıyoruz mükemmel şarapları tatmaya. Kavunlusundan tutun şeftalilisine kadar. Bu şarabın yanına verilen mısır çerezleri ise harika. Küçük yeğenim daha masa konur konmaz bu mısırları avuçluyor. Eğer şarapları tadıyorsanız sakın acele etmeyin; çünkü her şarabın ağzınızda bıraktığı enfes tadın keyfini sürmezseniz hiçbir şey anlayamazsınız. Bu kadar şarabın tadına baktıktan sonra en çok beğendiğim karadut şarabı oluyor. Bu arada buranın el yapımı kırmızı şaraplarıda bir harika; insanın ağzını dolduruyor. Şarap içtiğinin farkına varıyorsun. Meyveli ve el yapımı şaraplardan alıp başlıyoruz gezimize devam etmeye.

 
Bu tezgahların önünden geçip tırmanarak biraz daha yükseklere inşa edilmiş The St. John Baptist Kilisesi'ne giriyoruz. Bu kiliseye   girdiğinizde teninize beyaz mermerlerin serinliği çarpar. Buram  buram tarih kokan bu mekanın loş ışığı ve sesleri aksi insanda bile  uhrevi bir ortamda yaşanan dinginliği kazandırır. Bu kilisenin  mimarisine bakıldığında iki büyük ve altı küçük kubbe  ayrıca dört  tonoz ile örtülüdür. Taban mermer ve yeryer siyah çakıl ile kaplıdır.  Kubbe ve tonozları taşıyan altı sütun ve her iki taraftada dört ayak  bulunmaktadır. Dağdaki apsiste kafesli bir pencere, onun üstünde  Hz. İsa'yı tasvir eden balık figürü, sağ tarafında ise Hz. İsa'nın  vücudunu ve kanını temsil eden kadeh içinde Hz. İsa figürü bulunmaktadır. Kilisiden çıktığınızda bir Meryem Ana heykelinin bulunduğu havuz ile karşılaşırsınız. Bu havuzun içinde gördüğünüz bozuk paralar size ip ucu verir. Evet, burası bir dilek havuzudur. İnanışa göre dilek tutarak attığınız bozuk para havuzun dibindeki deliğe girerse dileğiniz kabul olur, ama ben daha o deliğe parası girene hiç rast gelmedim. Nitekim ablamın ve benim attığım para da deliğe giremedi. Buradan çıkınca sağda bir şarap evi ile karşılaşırsınız. Bu evin girdiğiniz katı müze, minare merdiveni gibi dik ve dar merdivenlerden aşağı indiğiniz yer ise bir şarap evidir. Buraya ilk girdiğinizde gözünüz karanlığa alışana kadar bir şey göremezsiniz. Alıştıktan sonra ise yine tarihi dokusu bozulmamış bir mekandır gördüğünüz. Şarap bidonları, samanlar ve tahta oturaklar...

Buradan çıktıktan sonra karnımız epey acıktığından soluğu Can Restorant'ta alıyoruz. Bu nezih yerde benim için yenilecek en doğal şey odun ateşinde pişmiş enfes gözlemeler. Ismarladığınız gözlemeleri büyük bir iştahla yiyip tavşan kanı çaylarımızı içtikten sonra dönüş turlarımız başlıyor. Çarşının çıkışında gördüğümüz dondurmacı bizlere şöyle seslenerek hepimizi gülümsetiyor : ”Annem yapıyo ben satıyom. İçini de sevgimi katıyom!“. Hepimiz gülümserken ben bu kasabanın Şirin Evleri'nden şaraplarına taş yollarından el işi tezgahlarına kadar herşeyin ama en önemlisi sıcak ve doğal insanlarının bozulmaması ve hep böyle kalmasını diliyorum.

Artık güneş batmak üzere, havada temiz bir esinti... Arkama dönüp son kez bu kasabaya baktığımda güneşin kızıl ışığına bürünmüş haliyle bana göz kırptığını görüyorum.

Artık teknoloji çağında yaşıyoruz. Herşeyin hızla değiştiği ve biz insanların bu değişikliğin peşinden giderken yorulup kendimizi ve evrenin bize fısıldadıklarını dinlemeyi unuttuğumuz bu dönemde kendimizi ve ruhumuzu dinleme fırsatı Şirince'den dinlenmiş, rahatlamış, olarak ve büyük bir keyifle ayrılıyorum.                                                                           

 HATİCE TURGAY, Yaşar Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 2. Sınıf Öğrencisi.

                                                   

BİR BAŞKADIR İZMİR

Takmış inci gerdanlığı yine sahil boyunca,
Gelin gibi süzülüyor güzelim Karşıyaka.
Hiç tükenmez coskusu, tutkulu taraftarı,
Otuz beş buçuk yazılmış tescile plakası.

Oturup bir çay içsem canım Kordon boyunda,
Ne dert kalır ne tasa kızıl gün batımında.
Nargilemin dumanı vurur karşı sahili,
Faytonlar canlandırır zihnimde nostaljiyi.

Havalanır içimden yüzlerce ürkek martı,
Semalarda süzülür, şen şakrak avazları .
Bir hoş olur yüreğim, ufka dalar gözlerim,
Bir çift beyaz kanada yüklenir hayallerim.

Daha açılamadan şehrin tatlı uykusu,
Sokaklara yayılır taze boyoz kokusu.
Aşkamları canlanır Alsancak sokakları,
Dostluğun bahanesi rakı-balık sofraları.

Ne aşklara tanıktır yelkovanla akrebi,
Buluşturur kalpleri İzmir Saat Kulesi.
Toplar bütün canları gündüz Konak Meydanı,
Gecelere umuttur rengarenk yansıması.

Mutluluk gürül gürül dolaşır sokakları,
Hiç bir yerde bulunmaz sıcak kanlı insanı.
Tüm dünyayı dolaşsa ayakların nafile,
Nereye gidersen git aklın kalır İzmir'de.

Tarihinin damgası Hasan Tahsin anıtı,
Kahramanlık timsalı Efelerin diyarı.
Her zaman vefalıdır İzmir'imin insanı,
Yüreğinde yaşatır unutmaz ATA'sını!

Arzu Karabulut
Arzu Karabulut'a şiirini verdiği için teşekkürlerle.

    8 Mayıs 2013 Çarşamba

    Kitap: Bir Zamanlar Smyrna / Once Upon a Time Smyrna

    İzmir için, İzmir tarihi üzerine yazılmış kitap sayısı oldukça az; ancak bu kitapların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bunlardan en yenisi uzun süredir İzmir İzmir Kent Kültürü ve Sanat, Karşıyaka Karşıyaka Kent, Kültür ve Sanat Dergilerini yayınlayan Tufan Atakişi tarafından yazılmış. Atadost Yayıncılık tarafından yayınlanan kitap özgün boyutu, kaliteli baskısı, Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yazılmasıyla diğer kitaplardan ayrılıyor.

    Kitapta geçmiş zamanda çekilmiş birçok fotoğraf var. Ama en ilginci
    26. sayfadaki İzmir'deki levantenler fotoğrafı. O kadar gerçek ki sanki Fransız filmi izlediğinizi düşünüyorsunuz. İzmir ne güzel bir kentmiş, bu kitaptaki fotoğraflara bakıp, hayranlık duymamak mümkün değil.






    72 adet nadir görülmüş İzmir/Smyrna Sepya ve
    3 adet Panorama fotoğraf sizleri bir asır öncesinde gezdirecek.
    17x25 cm Ebat / 88 Sayfa / Kuşe kağıt
    İplik Dikiş /Amerikan Cilt

    Kırmızı Kedi Kitabevi1713 (Tiyatro) Sokak No. 32/A Karşıyaka


    Pan Kitabevi
    1713 (Tiyatro) Sokak No. 17/A Karşıyaka

    Kedi Kitabevi
    1799 Sokak No:10/1
    Bostanlı


    Yakın Kitabevi
    Kıbrıs Şehitleri Cad.
    1464 Sokak No.6
    Alsancak


    Kitapsan Kitabevi
    Kıbrıs Şehitleri Cad. No.18
    Alsancak


    Kitapsan Kitabevi
    859 Sokak No.3/D Saray İşhanı
    Konak


    Bilgi için:
    0 232 330 99 93
    0 532 311 30 33
    tufanatakisi@gmail.com

    Öğrenci Gözüyle Şirince

    Bir üniversite öğrencisinin gözünden Şirince
     
     
               Biz şehirde yaşayan insanların sanıyorum yemek, içmek ve uyumaktan sonra ki en büyük ihtiyacı şehrin o boğucu gürültüsü ve pis havasından kopup biraz kafasını dinleyebilmektir.

               Ben ve ailem de biraz kafa dinlemek için yeşilliği, temiz havası ve biraz da şaraplarıyla çakır keyif olma imkanı sunarak insana kucak açan ismi gibi şirin İzmir'in Şirince Köyü'ne gidiyoruz.

               Sizde bizim gibi kafa dinlemek için bu ilçeyi tercih ederseniz özel arabanıza atlayıp İzmir- Aydın otobanından Belevi çıkışını kullanarak Selçuk ilçesine oradanda Şirince tabelasını takip ederek sadece 8 km gitmeniz yeterli. “Benim özel bir arabam yok, oraya gidemez miyim?” diye düşünmeyin. Otogardan “Selçuk” otobüslerine binip Selçuk otogarından da Şirince minibüslerine binmeniz yeterli olacaktır.

               Şirince yolunun sağında ve solunda yer alan yeşillikler, meyve bahçeleri daha yolda bile insanın gözünü aynı zamanda da ruhunu dinlendirmeye başlıyor. Yolda dönen yolların başlaması Şirince'ye yaklaşıldığının en büyük habercisi. Güzel ve dinlendirici yolculuğun ardından -küçük yeğenimin gördüğü herşeyin büyük bir ısrarla sorması haricinde- küçük kasabaya geliyoruz.

               Kafanızı kaldırıp bu şirin kasabaya baktığınızda yeşilin içinde sana sıcacık gülümseyen hemen hemen aynı büyüklükte ve sanki birbirine saygıda kusur etmemek istercesine birbirinin önünü kapatmayan Rum Evleri ile karşılaşırsınız. Benim size tavsiyem o anda yapmanız  gereken şey gözlerinizi kapatıp o temiz ve tarihi havayı derin   bir nefes alarak tüm ciğerlerinize doldurmanız.

               Tabi ki bu kasabaya geliş amacınızın da büyük önemi  var. Kimisi bu kasabaya tarihi dokuyu incelemek (genelde ilk kez gelenler) kimisi benim gibi kafasını dinlemek, kimisi takı  ve doğal taş meraklısı ablam gibi yapılan el işi taştan takılardan almak, kimisi o güzel şaraplarının tadına bakarken bir yandan evdeki şarap stoğunu doldurmak, kimisi ise küçük yeğenim gibi sadece keşfedip eğlenmek için buraya gelir.

               Ben her ne kadar oturup dinlenmeyi tercih etsem de ablamın ısrarları ile kendimize el işi     -tezgahlarının önünde buluyoruz. Bu tezgahların -arkasında ise tam bir Egeli gibi tüm sıcaklığı ile sana kucak açan başı çemberli altı şalvarlı yürekleri gibi yüzleri de temiz yaşlı teyzelerle karşılaşırsınız. Teyzeler evde boş oturup erkeğe el açmak yerine marifetlerini konuşturup evin ekonomisine ortak olmayı tercih eder. Bu tezgahlarda neler neler vardır bir bilseniz. Oyalı çemberlerden işlemeli patiklere, banyo liflerinden iğne oyalı havlulara kadar pek çok şey... Ama bana sorarsanız benim ilgimi en çok şile beziyle yapılan işlemeli elbiseler dikkatimi çekti. Sıcak bir yerde yaşıyorsanız -özellikle Ege Bölgesi gibi- en çok ihtiyaç duyacağınız şey hafif, rahat, ince ve pamuklu giysilerdir. İşte bu elbiseler benim için biçilmiş kaftan. Hemen uğur böcekli işleme ile işlenmiş yaka kısmı dantelli küçük bir elbiseyi yeğenime; sade, yakası dantelli ve belinde örgü kemeri olan elbiseyi kendime seçiyorum. Başlıyorum teyzemle sıkı bir pazarlığa ve ikisini zar zor 40 TL'ye alıyorum. Bir de bakıyorum ablam yok. Onun nerede olduğunu tahmin etmek benim için zor değil. Tabi ki takı tezgahları... Ablamın yanına gittiğimizde tezgaha bir göz gezdiriyorum. Renk renk taşlar hemen gözüme çarpıyor. Taşların güçlerine inanan ablam tasarımı ve rengiyle ön plana çıkan turkuaz taşları ile yapılmış bir takıyı kendine almakta gecikmemiş. Diğer dükkanları da büyük bir ilgiyle gezip kendimize şarap tadıp alabilecek bir yer arıyoruz. Sonunda Kıvırcık Şarap Evi'nde karar kılıyoruz. Buranın sahibi çok sevimli bir karı-koca... Dükkanın dışında tahta masa ve hasır küçük taburelerde oturup başlıyoruz mükemmel şarapları tatmaya. Kavunlusundan tutun şeftalilisine kadar. Bu şarabın yanına verilen mısır çerezleri ise harika. Küçük yeğenim daha masa konur konmaz bu mısırları avuçluyor. Eğer şarapları tadıyorsanız sakın acele etmeyin; çünkü her şarabın ağzınızda bıraktığı enfes tadın keyfini sürmezseniz hiçbir şey anlayamazsınız. Bu kadar şarabın tadına baktıktan sonra en çok beğendiğim karadut şarabı oluyor. Bu arada buranın el yapımı kırmızı şaraplarıda bir harika; insanın ağzını dolduruyor. Şarap içtiğinin farkına varıyorsun. Meyveli ve el yapımı şaraplardan alıp başlıyoruz gezimize devam etmeye.

    Bu tezgahların önünden geçip tırmanarak biraz daha yükseklere inşa edilmiş The St. John Baptist Kilisesi'ne giriyoruz. Bu kiliseye   girdiğinizde teninize beyaz mermerlerin serinliği çarpar. Buram  buram tarih kokan bu mekanın loş ışığı ve sesleri aksi insanda bile  uhrevi bir ortamda yaşanan dinginliği kazandırır. Bu kilisenin  mimarisine bakıldığında iki büyük ve altı küçük kubbe  ayrıca dört  tonoz ile örtülüdür. Taban mermer ve yeryer siyah çakıl ile kaplıdır.  Kubbe ve tonozları taşıyan altı sütun ve her iki taraftada dört ayak  bulunmaktadır. Dağdaki apsiste kafesli bir pencere, onun üstünde  Hz. İsa'yı tasvir eden balık figürü, sağ tarafında ise Hz. İsa'nın  vücudunu ve kanını temsil eden kadeh içinde Hz. İsa figürü bulunmaktadır. Kilisiden çıktığınızda bir Meryem Ana heykelinin bulunduğu havuz ile karşılaşırsınız. Bu havuzun içinde gördüğünüz bozuk paralar size ip ucu verir. Evet, burası bir dilek havuzudur. İnanışa göre dilek tutarak attığınız bozuk para havuzun dibindeki deliğe girerse dileğiniz kabul olur, ama ben daha o deliğe parası girene hiç rast gelmedim. Nitekim ablamın ve benim attığım para da deliğe giremedi. Buradan çıkınca sağda bir şarap evi ile karşılaşırsınız. Bu evin girdiğiniz katı müze, minare merdiveni gibi dik ve dar merdivenlerden aşağı indiğiniz yer ise bir şarap evidir. Buraya ilk girdiğinizde gözünüz karanlığa alışana kadar bir şey göremezsiniz. Alıştıktan sonra ise yine tarihi dokusu bozulmamış bir mekandır gördüğünüz. Şarap bidonları, samanlar ve tahta oturaklar...

                Buradan çıktıktan sonra karnımız epey acıktığından soluğu Can Restorant'ta alıyoruz. Bu nezih yerde benim için yenilecek en doğal şey odun ateşinde pişmiş enfes gözlemeler. Ismarladığınız gözlemeleri büyük bir iştahla yiyip tavşan kanı çaylarımızı içtikten sonra dönüş turlarımız başlıyor. Çarşının çıkışında gördüğümüz dondurmacı bizlere şöyle seslenerek hepimizi gülümsetiyor : ” Annem yapıyo ben satıyom. İçini de sevgimi katıyom! “.  Hepimiz gülümserken ben bu kasabanın Şirin Evleri'nden şaraplarına taş yollarından el işi tezgahlarına kadar herşeyin ama en önemlisi sıcak ve doğal insanlarının bozulmaması ve hep böyle kalmasını diliyorum.

               Artık güneş batmak üzere, havada temiz bir esinti... Arkama dönüp son kez bu kasabaya baktığımda güneşin kızıl ışığına bürünmüş haliyle bana göz kırptığını görüyorum.

               Artık teknoloji çağında yaşıyoruz. Herşeyin hızla değiştiği ve biz insanların bu değişikliğin peşinden giderken yorulup kendimizi ve evrenin bize fısıldadıklarını dinlemeyi unuttuğumuz bu dönemde kendimizi ve ruhumuzu dinleme fırsatı Şirince'den dinlenmiş, rahatlamış, olarak ve büyük bir keyifle ayrılıyorum.                                                                           
    HATİCE TURGAY Y.Ü. MYO HALKLAİLİŞKİLER VE TANITIM