27 Eylül 2011 Salı

İZMİR’DE NE OLSAM İYİ YAŞARIM?

Bu şehirde bir kepçe olsam

İstediğim yolu kazsam

Dilediğim yere çukurlar açıp

Canım istediğim zaman kapatsam


Bu şehirde vinç olsam

Sabaha kadar bebekleri uyutmasam

Öperatörüm arabesk çalsa

Toz toprak benden sorulsa

Bu şehirde kamyon olsam

İstediğim yere çimento taşısam

Taş taşısam, mıcır taşısam

Belediyeden paraları toplasam

Oysa ben bu şehirde kadeh olmayı

Kuş olmayı, kelebek olmayı

Gün batımının çılgın kızılına uçmayı

Ve istemiştim bu şehirde huzurla yaşamayı.

F. ONAT

16 Ağustos 2011 Salı

Efsanevi Labirentin Sırrı

Konak Vapur İskelesine arkamı verdim, dümdüz karşıya yürüdüm, İzmir’in simgelerinden bir tanesi olan saat kulesinin yanından kıvrıldım ve işte karşımda Kemeraltı Efsanesi! Efsane aslında labirent gibiydi, karşılıklı dükkanların bulunduğu (işportacılar, dönerciler, şerbetçiler, kuyumcular, baharatçılar, kitapçılar, kırtasiyeler) esnafların insanlara seslendiği, turistlerin kol gezdiği, dar sokaklardan oluşan ve hemen hemen herkesin ufak bile olsa bir anısının bulunduğu güzide bir labirent.. Yıllar boyu dahi dolaşsanız, hangi yolun nereye çıktığını asla hatırlayamayacağınız eşsiz bir labirent.


İnanır mısınız, eskilerin dediklerine göre; esnaflığın ve ticaretin öğretilip, öğrenildiği yer olarak bilinen Kemeraltı’nda insan, abartısız olarak tüm eksiklerini tamamlayabilir ve ne istiyorsa bulabilirmiş. Buna tam olarak inanmayan bendeniz, efsaneyi doğrulamak için Kemeraltı’nı karış karış gezip, olaya derinden göz atmak istedim. Ve işte sonuç: efsane kesinlikle doğru! Bunu, liseye yeni başladığım zamanlardaki kız arkadaşımın çok beğendiği ve o yıldan beri arayıp da bulamadığım parfümü bulduğum zaman kesin olarak onayladım! Ve çok açık bir şekilde anladım ki Kemeraltı’ndaki esnafların başlıca ve en önemli geçim kaynakları kotçuluk ve giyim üzerine. Hemen hemen iki dükkandan birinde onlardan olduğunu görmek hiç de zor değil. Arkalarından uygun bir müzik gelir; ellerini kollarını müziğe uygun olarak sallayarak şöyle seslenirler size: ’Bir saniye bakar mısın?’ ve eğer boş anınıza gelip bir saniye bile olsun onlarla göz teması kurarsanız bütün gününüzü kıyafet denerken geçirebilirsiniz!

Tam derinliklere indiğimde kayboldum sanarken 80’li yaşlarında bastonuna yaslanıp dinlenmekte olan tatlı mı tatlı, uzun sakallı bir bilgeye rastladım ve küçük bir yardım sayesinde, oturup birkaç dakika sohbet etme şansı yakaladım. Bana Kemeraltı’nı Kemeraltı yapan bir diğer şeyi; Halim Ağa Çarşısı’ndan Hisarönü’ne giden yol üzerinde, bir tarafı Hisar Camisi’ne, diğer yanı ise Bakır Bedesteni’ne bitişik olan Tarihi Kızlarağası Hanı ile ilgili küçük bilgiler verdi. Han, Hacı Beşir Ağa’nın diğer hayır eserlerini yaşatmak için vakfettiği binalardan biri olup ayakta kalmayı başarmış en önemli örneklerindenmiş. Avlusunun ortasında bulunan mescid’in dini özelliğini yitirmiş olması üzüyordu onu, fakat yerini aldığı halı-kilim mağazaları ve kahvehanelerin orayı diri tutan şeylerden olduğunu da ekliyordu yaşlı adam.

Ayrılık vakti gelmişti. Vapura doğru ilerlerken dönüp arkamı baktım son bir kez hiçbir zaman eksilmeyen kalabalığa doğru. Ve gördüm ki insan, Kemeraltı’nda zamanın nasıl geçtiğini gerçekten anlamıyor…
Yazı İletken Gazetesi Kemeraltı Ekinde Yayınlandı. http://iletisim.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2011/08/iletken_kemeralti.pdf

5 Temmuz 2011 Salı

Kordon'da Bir Bardak Olsam

Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre Başkumandan Atatürk, yanında subaylar olmadan, tek başına şehri gezmeye çıkmış. Devrin ünlü oteli Kramer’e gitmiş. Otelin lokantası bir hayli kalabalıkmış. Garsonlar tek başına gördükleri Mustafa Kemal’i başta tanıyamamışlar ve yer olmadığını söylemişler. Sonra içeridekilerden biri tanıyınca, ortalığı bir telaş alıyor ve hemen Atatürk’e yer buluyorlar. Atatürk rakısını söylüyor. Sonra yanındaki şefe soruyor:
- Kral Konstantin, bu otele gelip rakı içti mi?
- Hayır Paşa efendimiz.
- Öyleyse İzmir’i niye almak istemiş ki?
Dilden dile yıllar yılı dolaşan bu anı İzmirliler arasında sık sık anlatılır. Kordon'da gün batımında bir kadeh rakı, şarap, bira, buzlu kola ya da sıcak çay içmenin keyfi neyle kıyaslanabilir ki? Ilık imbatın getirdiği denizin kokusu sanki bardak içindeki içeceğe ayrı bir lezzet verir. Yanında ister peynir, ister buzlu badem, ister patates ya da kumru olsun imbattır belki de Kordon'da içileni eşsiz kılan. Kentin gürültüsünden, çalışma hayatından kaçıp Kordon'a sığındığımızda elimizdeki bardaktan alacağımız keyif sakinleştiriciden çok daha güçlü bir etki gösterir. Rakımız, şarabımız, biramız ya da çayımız bittince her türlü gerginlikten arınarak bambaşka bir insan olarak eve dönülür. Dünyanın hemen her yerinde deniz kenarında bir şeyler içmek keyif verir ama kendi memleketinde ve imbatın keyfinde, onlarca güzel insanın eşliğinde içilen bir bardak içeceğin keyfi başkadır. Bir nesne olsan ne olmak isterdin diye sorsalardı, derdim ki:
Kordon'da bir bardak olsam
İçime keyif konsa,
Günbatımında imbatla
O keyfi sana sunsam
İçince güneşin yaktığı yanakların
Daha bir pembe olsa
Mercan rengi güneş
Bizi seyre dalsa
F.Onat
Fotoğraf: http://b-posh.blogspot.com/, fotoğrafın sahibi isimsiz ama eminim Kordon'da rakı içmiştir...

14 Haziran 2011 Salı

Bir Yaşam Sevdim, Düşlerimi İçine Koyabildiğim

Avuçlarımda büyüyen bir bebek gibi o… Gözlerini kırpıştırıp, parmak kıvrımlarını yeni aralamaya başladığında onun varlığından haberdar olmuşsundur artık, minicik bedenine dokunmadan sarıp sarmalamıştır seni. Sakin, temiz, dingin havasında büyütmeye hazırdır. Tüm ilkleri yaşaman için kucak açmıştır. Anne babanın en kıymetlisi olan sen, ilk gülüşünü onun semtlerindeki bir evde hediye etmişsindir sevdalılarına. İlk kez onun bahçesinde emeklemiş, paytak yürüyüşlerinle onun sahilinde boy göstermişsindir. İlk kez ateşin çıktığında onun hastanesine gitmiş, ilk aşını onun sağlık ocağında olmuş, ilk fotoğrafını onunla çektirmiş, ilk kez doğayı, denizi, gökyüzünü, gökkuşağını, vapuru, gevreği, güneşi, kırmızıyı, siyahı, pembeyi onunla öğrenmişsindir. O senin hep en derinlerinde olmuş, benliğine işlemiştir. İçine adımını dokundurduğun her an onu unutsan da, o seni asla unutmaz, daima yanıbaşındadır.

Her yerinde farklı bir haz verir, yanında oluşunu hissettirir. Yürüdüğünde üzerine düşen güneşten, soğukluğunun bedenine çarpışındaki tınısına, yorulduğunda oturduğun çınar ağacının gölgesindeki esintiden, Ege Denizinde yuttuğun tuza, sonbaharında yaprağını üzerine bırakıvermesine kadar her şeyde hissedersin onun varlığını. Elbisen olmuş bedenini sarmış, şapkan olmuş gölgeni korumuş, bahçesinde koşmanı sağlamış, her daim denizine dalıp çayını yudumlamışsındır. Her başarılı erkeğin arkasında varolan kadın kahraman gibi içinde barındırdığı tüm canların görünmez ama görünür kahramanıdır o. Her daim sevecen, güleç yüzüyle usandırmadan bekler seni. Trafiğinde boğmaz, otobüsü gelmediğinde can havliyle düşündüğün olumsuz cümleden alıkoyar, başka bir güzelliğini sunar masum gülücüğüyle. Her beyne hitap etmeye çalışır, Urla’da minik köy hayatını yaşatır yavrularına, Güzelbahçe ve İnciraltı, merkezindeki kalabalıktan uzak, doğası, deniziyle baş başa kalmak isteyenlerin tercihidir. Narlıdere, barındırdıklarına yeten minik bir şehir oluşturmuştur kendi içinde. Balçova haftasonları mazbut yaşamayı seven çekirdek ailelerin alışveriş ve gezme isteklerini karşılar. Hatay’da renklilik, bebek arabalarıyla gezen anneler varken Güzelyalı sahilini aşıklar süsler. Vapurla Karşıyaka, Bostanlı’ya gidiş, martılarla dertleşmek, onun farklı olan deniz kokusunu içine hapsetmek mutluluktur her zaman. Karşıyaka çarşısında dolaşmak, tiyatrosuna gitmek, tatil beldelerinin heyecanını getirir sana. Bornovası öğrenci şehri olmuştur adeta. Kendi içinde büyüyen bir huzurdur. Konak ve Alsancak’ta atar can damarı, burada bir köşede oturup seyre dalmalısın onu, öyle çok sanat çıkar ki ortaya… Ne aşırı ne az olan trafiğin fevkalade görüntüsünü fotoğraflamak mı, telaşla işine yetişmeye çalışan onun özel insanlarını resmetmek mi, içindeki birçok yaşanmışlıktan haz alarak yoktan varedilen müzikler mi, bir mısırcının seyyar arabasından, gevrekçinin bağrışlarına kadar şiirlere konu olması mı, aşıkların onunla bütünleşen aşkını yazılarda buluşturmak mı... Oturduğun köşeden tüm bunları yaşama şansına sahipsin.

Bir Güzellik Sunar Sana Hem Kendiyle Hem Çevresiyle
Bir güzellik sunar sana, kimi zaman farkında olmazsın nerede olduğunun, nasıl ki annemizin kolları en güvenli yerimizdir o da ikinci anne olarak açar kollarını tıpkı baharda açan çiçeğin yüzünü güneşe parlattığı gibi. Başka hangi şehir vardır ki; Çeşme, Bodrum, Ayvalık, Dikili, Foça gibi Türkiye’nin hasret kaldığı beldeleri yakınında barındıran? Ege’nin incisidir o, tüm bu yapıtların sorumluluğunu bedeninde taşıyabildiği için. Büyüktür, kent yaşamının tüm gerçeklerini barındırır ama kimsenin gözünde diğerleri gibi değildir. Çekiciliği, ahengi vardır. Hiç yabancılık çektirmeden içine alır misafirini, Latife Hanım Köşkü, Hisar Camii, Kemeraltı senin, Agora, Asansör benim dolaştırır arkadaşının kolunu sallaya sallaya. Ege’nin zeybeği bir nevi ona atfedilmiştir, Ruhi Su Çakıcı’nın yorumundan ‘‘Onun Kavakları’’ ve anonim olan yüreklendirici sözlerin Atatürk çocuklarının müziğiyle birleşmesinden doğan ‘‘Onun Dağlarında Çiçekler Açar’’. Altın güneşin sırmalar saçmasıyla doğar gün yeniden. Aydınlık yüzlerimiz oluşur. Hepsini yetiştirip buluştururuz güneşle sanat, spor, bilim, kültür vasıtasıyla. Onun kucağında avucunu göklere açan her bedenin yükselişine yardımcı olma çabasındadır. Amaç, ondan çıkıp sonsuzluğa erişmektir.

Sevgidir varoluş değerimiz, onu yaşayabildiğin yer de, seninle bütünleşmiştir. Mutluluk yakındır yaşayabilene. Kelebeğin ömrü kadar olduğu zamanlarda bile yaşayabildiğin sürece mutlusundur. Sabahın erken saatlerinde üzerinde takım elbise, Pasaport’ta gevreğinle çayının hazzını yaşarken gün boyu seni bekleyen hayat mücadelesine yüz buruşturmamaktır ona ait olmak, fuarı gelenekselleşmiştir, tarihi Kemeraltı Çarşısı’nı adım adım bilmektedir onun ehlisi, Saat Kulesi tarihi güzelliğinden öte buluşma noktasıdır. Tüm bu farklılıklar onu yaşamasını bilenle eşleşince mükemmeliyet ortaya çıkar.

‘‘Onun’’ dediğim ne mi? ‘‘İZMİR’’. Bir bakmışsın ki dünyaya gözlerini açtığında sen onun kucağına doğmuşken, İzmir senin bebeğin olmuştur. Canından bir parça koymuşsundur ortaya. Onun enerjisini hissettiğin her an mutlusundur. Çünkü, bilirsin İzmir’in yanıbaşındadır. Düşleriniz İzmirsiz kalmasın, huzurunuzdaki bu önemli değeri eksiltmeyin.

Yazan: Buse Lahoğlu, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğrencisi

10 Mayıs 2011 Salı

Bir Sonraki İstasyon; BORNOVA


1-Kuş Evleri (Serçe Sarayları)
Uzun bir süredir; haftanın yedi günü, aynı ritimde, aynı bilinmeyen amaç için, aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum. Metronun merdivenlerinden, kalabalığın kayganlığında, ufalıyormuş hissiyle hızlı hızlı çıkıyorum. Yaşam dediğimiz tat, külahtan çok çabuk akıyor gibi görünse de bunu yavaşlatmak, belki de durdurmak elimde diye düşünürken fırlatıyorum kendimi metrodan dışarı. Eğer siz de şu sıralar benzer bir süreçten geçip Bornova’dan merkeze doğru gidecekseniz, ilk olarak seçimlerin yaklaşmasıyla hız kazanan propaganda çalışmalarıyla karşılaşacaksınız demektir. Her yerde afiş bombardımanına tutulmuş duvarlar, el ilanları, gürültü, patırtı. Bunların arasından sıyrılıp ara yollardan yürüyerek, birçok öğrencinin uğrak yeri Küçük Park’ın hemen kıyısından, adını kendinde pek barındırmayan Büyük Park’a doğru yol alıyorum. Yol güzergâhımda değişen bir şey yok. Her zamanki gibi işe giderken kullanığım yollar.

Kuşlar Kanatlarımız Altında

Bornova ilçesi birçok kültüre ev sahipliği yapmış eski bir yerleşim yeri. İçerisinde birçok tarihi yapı barındırıyor. İzmir kentinin ruh halini en çok Bornova’nın bu sokakları ve binaları yansıtıyor sanırım. Modernleşmenin getirdiği o parlak öğeler ve düzlükler var çoğu yapılarda ancak tarihin kokusunu yüzünüze vuran tek tük de olsa eski yapılar da var. Hepsi iç içe geçmiş. Bu ruh haliyle Uğur Mumcu Kültür Merkezi girişinden ilk adımımı atıyorum Büyük Park’a. Beni üç serçe karşılıyor. Serçeleri çok severim ve iyi tanırım. Bu tanışıklıktan olsa gerek karga ve kumrularla da aram iyidir. Yeşil papağanın sesini de evimizde beslemiş olduğumdan bilirim. Bu o ses evet. Peki Mavi baştankara nasıl bir kuş acaba? Tüm bunları Büyükşehir belediyesinin başlattığı “Kuşlar Kanatlarımız Altında” projesi için parka yerleştirilen levhaları gezerken düşünüyorum.

Bu türlerin hepsini bu parkta görebilmeniz mümkün. Size düşen sadece boş bir banka oturup ağaçlara asılı olan Serçe Saraylarını izlemek. Kültürümüzün belki de en güzel özelliklerinden biri olan “Kuş Evi” geleneği ile yakından bir ilgim var uzun zamandır. Kuş evi ya da Serçe Sarayı; kuşların barınmaları için yapılan ve ait olduğu mimarinin özelliğini de taşıyan özel yuvalardır. Kuş evleri ile ilgili kendimce araştırmalar yapmış ve İzmir’deki çeşitli Kuş Evleri’ni görmek için kendi kendime geziler yapmıştım geçen senelerde. Hatta o kadar etkilenmiştim ki “Serçe Sarayı” isimli bir kitap projesine başlamıştım, ancak sonra vazgeçtim. Nesli tükenmekte olan Serçeler ve diğer kuşlar için gerçekten de harika bir proje bu. Beni çok heyecanlandırdı. Duyduğum o seslerle ve Büyük Park’ın kendine has atmosferiyle zamanı gerçekten yavaşlattım. İzmir’de nefes alan ve nefes veren böyle parklar bulmak güç. Benim tavsiyem fırsat bulur bulmaz Büyük Park’ı ve kuşları bir ziyaret edin. Ve sonrasında da ayağınızı buraya alıştırın. Emin olun onlar da kanatlarını size açmış bekliyor olacaklar.


Yazan: Türker Özşekerli, Yazar, Yaşar Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğrencisi

6 Mayıs 2011 Cuma

Kemeraltı Bizi Çağırıyor

Kemeraltı’nın her köşesi başka bir renk, başka bir öykü... Şerbetçisinden turşucusuna, müzisyeninden simitçisine, dilencisinden eylemcisine, işportacısından baloncusuna ayrı bir masal saklı her bir taşında.

Saat kulesindeki popstar prenses, kurukahveciler, baharatçılar, taze meyve suları gelenlere enerji veriyor. Gelinlikler, sünnetlikler, takılar, tokalar, cıvıl cıvıl kumaşlarla her vitrini ayrı bir rüya vaadediyor. Bakırcılar, gümüşçüler, boncukçular, iplikçiler el emeğinin göz nurunun değerini hatırlatıyor.

Yorgun yüreklere kahve, karnı acıkana en ucuzundan bir öğün, sevdiğini özleyene en güzelinden binlerce çeşit hediye bulabilmek insana yaşama sevinci veriyor.

Çin işi, japon işi, hint işi, Anadolu işi bezemeler, boyamalar, işlemeler, oymalar, kakmalarla kimi sokaklar bir dünya pazaryerini andırıyor.

Kemeraltı, alışveriş merkezlerinin tüketen havasından çok uzak. Daha çok benim, daha çok senin, çok „ikimizin“ havasında bir yer Kemeraltı. Burada vitrinler ışıklı ve gereği kadar şık. Camlar ve bol sıfırlı etiketler esnafla müşteriyi birbirinden uzaklaştırmıyor. Burada insanlar tek sesli değil çok sesli, çok dilli, çok memleketli. Sadece Mardinli, Antepli, Balıkesirli, Samsunlu, Kastamonulu, Ordulu aynı zamanda İzmirli. Sadece İzmirce değil Yunanca, Arapça, İspanyolca, İngilizce, Lazca, Kürtçe ve daha birçok dilde ve lehçede kucaklıyorlar birbirlerini.

Değişen herşey gibi Kemeraltı da değişiyor ama adeta değişimle sevişiyor. Yeni gelen her farklılık kendini bir şekilde buraya kabul ettiriyor. Krizler yüzünden kapanan dükkanlar üzüyor bir tek, işsiz kalanları düşündükçe. Belki bu yüzden sokaktaki dilencilerin, müzisyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bir yandan da otantik ürünlerin değerlerinin artması insana umut veriyor. Kemeraltı, özellikle Kızlarağası Hanı gümüş, seramik, el işi gibi otantik ürünlerin birarada olduğu bir renk ve emek şöleni sunuyor gezginlere.

Gündemde ne varsa Kemeraltı'nın seslerinde, yazılarında, mallarında yerini buluyor. Dizilerde kullanılan çantalar, ayakkabılar, giysiler, takılar, son model sınav kitapları, parfümeri ve ilacın en yenileri hep burada. Esnafın naralarındaki sözlerden, müzisyenlerin şarkılarına kadar herşey televizyondan günlük yaşama geçiyor.


İzmir limanına gelen gemilerdeki turistler Kemeraltı’na daha bir turistik çarşı havası vermiş. Insanın canı tebdil-i kıyafet gezip turist gibi hissetmek, esnafın sempatik İngilizcesiyle, İtalyancasıyla konuşup keyiflenmek istiyor. Dericiler, çantacılar, kuyumcular turist trafiğinin en yoğun olduğu yerler olarak turistleri çekiyor. Alışveriş merkezine kaçan İzmirliyi tekrar çarşıya çekmenin yolu nedir bilinmez ama görünen o ki turistler ve yerli gezginler tadını güzel çıkarıyor Kemeraltı'nın.

Yaşadığı ekonomik ve sosyal değişimler sonucunda bir sürü ticari ve sosyal soruların yanıtlanması gereken otantik çarşı Kemeraltı her zaman gidenlerin duygularını harekete geçiren, bazen yoran ama her zaman keyif veren bir yer olmaya devam ediyor.
Ferah Onat
Fotoğraflar: Özge Güneş, Müjde Olcayto, Dilara Karakahya, Aylin Aktaş, Evren Ak (Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğrencileri- 2010, Bahar)

3 Mart 2011 Perşembe

Vizörden Görünen Tarihi Asansör

Sevgililerin buluştuğu ortak bir mekan, İzmir halkının vazgeçilmezleri arasına yerleşmiş bir yer: Tarihi Asansör. Karataş'ta oturan insanların çoğu Asansör'ü olabildiğince benimsemiş ve ona adeta sahiplenmişler. Bu, sabah erken saatlerde işe giden insanların asansöre binişlerinde ve inişlerinde rahatlıkla görülüyor. Asansörün kapısı açıldığında Dario Moreno‘nun o güzel ve ılımlı sesi  öğleden sonra güneş yerini yavaşça aya bırakırken güneşin batışını izlemeye gelenleri ne tür bir güzelliğe götüreceğini müjdeliyor. Tarihi Asansör'ün konukları tepeye ulaştıklarında ise hafif bir tebessüm beliriyor suratlarında.

Fotoğraf çekmeye gittiğimiz Asansör de insanların tutumu düşünülenden farklıdır. Çoğu yardım sever ve samimidir. Objektiflerden kaçmak yerine bir olayı, anı canlandırmak için kendilerini pozlandırırlar, adeta. Objektife bakanlar, fotoğrafçının tek kareye yerleştirdiği hayatları süslüyor ve kendilerine yine o hayattan rol seçiyorlar. Günlük yaşantıları arasında yoğun iş yükü ve stresten biraz uzaklaşarak asansörün o muhteşem havası ve manzarasıyla biraz da olsa bu yükü hafifletmeye çalıştıkları kollarını asansörün el yapımı demirlerine koyarak ve ağzında sigarısını tüttürerek kendilerini betimliyorlar.


Fotoğraf ve Yazı: Nihat Onuk
Tarihi Asansör Hakkında
Mithatpaşa Caddesi ile, Halilrıfatpaşa Caddesi'nin arasındaki kademe farkından dolayı kolay ulaşım sağlamak amacıyla 1907 yılında Musevi işadamı Nesim Levi tarafından yaptırılan asansör, "Asansör çıkmazı sokağı" olarak bilinen yerden, 155 basamak yukarıdaki Kemal Reis İlkokulu'nun bulunduğu alt sokağa ulaşım için yaptırılmıştır. Böylelikle 58 metre yukarıda kalan semtten, deniz kenarına iniş, çok kısa bir süreyi kapsar.Asansör, ilk yapıldığı zamanlarda su gücü ile çalıştırıldı. Daha sonraları talep görmemesi, el değiştiren işleticilerinin işi bırakması, ölmesi vb. nedenlerle bir süre kapalı kalan yapı, 1985 yılında belediye tarafından elektrikle çalışan motorla donatılarak çalışır hale getirildi. 1992 yılında da Ahmet Priştina'nın girişimiyle restore edilen asansör, bulunduğu semte ve durağa da adını verdiği gibi, binayı Nesim Levi'den satın alan hayırsever Ayla Ökmen'in, Asansör'ü İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağışlamasının ardından, özel sektöre açıldı ve günümüzde restoran, bar, cafe olarak kullanılmakta. Asansöre, geçmişteki ve halk arasındaki adının dışında resmi adıyla, Dario Moreno'nun doğduğu evin bulunduğu Dario Moreno Sokağı'ndan, eski İtalyan usulü Sakız evlerinin arasından geçilerek ulaşılmakta, binada çalışan iki asansörle yukarıya ulaşıldığında İzmir kuşbakışı izlenebilmektedir.
Yazı ve Fotoğraf: Nihat Onuk, Yaşar Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 2. sınıf öğrencisi

17 Şubat 2011 Perşembe

Mistik Tarihin Egzotik Çarşısı… Kemeraltı ve Takı Tasarımı

(Yaşar Üniversitesi PRAD öğrencileri Tülay Akkavak, Elvan Çamak ve Neval Tuna'nın Muhsin Bayhatun ile röportajı- Mart 2010)
Tarihi çarşıda taşlar nasırlı ellerde sanata dönüşüyor! Burası Kemeraltı… Yüzlerce yıllık geçmişiyle çoğunun adı tarihe karışan binbir çeşit sanatın adresi. Antika eşyalardan otantik giysilere, tozlu kitaplardan artık sadece büyüklerimizin sohbetlerinde adı geçen tatlara kadar aradığınız herşeyi bulabileceğiniz tek mekan.

Eskilerin tabiriyle yere iğne atsan yere düşmez dedikleri çarşıyı sadece İzmir içinden değil çevre illerden gelen müşteriler de doldururdu. Gelenler, önemli günlerdeki alışverişlerini yapar, bayram arifelerinde çarşıya olan ilgi daha da artardı. Sabah erkenden gelinir tüm çarşı boydan boya dolaşılır sonra da dinlenmek için bir yerlerde oturulup yorgunluk kahvesi içmek adettendi. Bugün değişen tüketim alışkanlıklarıyla alışveriş anlayışı birçok sanatı da ortadan kaldırdı, bileğinin gücüyle ayakta duran zanaatkarlar artık daha popüler işlerle uğraşmak zorunda kaldılar. Daracık sokakların arasında kalan karanlık iş hanlarındaki zanaatkarlar, işinden hevesle heyecanla bahsederken içlerinde sakladıkları burukluğu gizleyemiyor.

Zanaatlarını günümüze uyarlayanlar ise şanslı. Özellikle bayanların ilgi alanına giren takı tasarımı ve seramik Kızlarağası Hanının parlayan yıldızları. Handa, neredeyse her üç dükkandan birini birbirinden farklı türde model barındıran takıcılar oluşturuyor. Bunlardan biri de Kızlarağası Hanı’nda yıllardır hizmet veren Muhsin Bayhatun. Bizleri dükkanında ağırlayan ve sorularımızı da yanıtlayan Muhsin Bey takı tasarımına olan ilginin özellikle son yıllarda attığını artık kendi tasarımları yanında müşteri siparişleri üzerine de çalıştıklarını belirtti.

-Kemeraltı’nda krizin etkisi nasıl oldu? Dünya çapında etkili olan kriz tabi ki bizi de etkiledi ama İzmir turistik bir şehir olmanın avantajları ile ayakta kalmaya çalışıyor. Kriz nedeniyle dükkanını kapatanlar oldu ya da birkaç dükkan sahibi ortak olup tek dükkan açarak güçlerini birleşip ayakta kalmaya çalışıyor.

-Kemeraltı’nın tarihi eser yapısının avantajları oluyor mu? Kemeraltı’nda bir tarih yatıyor ve bize emanet edilen bu tarihi eserleri korumak bizim görevimizdir. Hiçbir şekilde orijinal yapısına zarar vermiyoruz. Çünkü tarihi eser yerleri gezmek için gelen misafirlerimiz müşterilerimiz oluyor. Bu sayede, hem ziyaret hem ticaret döngüsü oluşuyor.

-Kemeraltı’nı Kemeraltı yapan değerler nelerdir? Kemeraltı denizi, tarihi, esnafı, müşterisi, ziyaretçileri ile bir bütündür. Ege’nin incisi İzmir ise İzmir’in incisi de Kemeraltı’dır.

-Kemeraltı’nda takı tasarımı ile dükkan açmaya ne zaman karara verdiniz? Çevremde takı yapıp satan çok kişi vardı. Arkadaşlarım takılar için taşlar çıkartırdı, onların vesilesi ile bende bu işe başladım. Kemeraltı’nın otantik bir yer olmasından dolayı da dükkanımı burada açmaya karar verdim. Açtığım zaman da ise takı işi ile uğraşan 2 dükkan vardı ve beni kendilerine rakip görmüşlerdi. Ancak iyi birer arkadaş olduk, takı yapımında ise en yakın arkadaşlar olsak da en farklısını yaratmak konusunda hala rakibiz.

- Takı sektörünün Kemeraltı’nda var oluş hikayesi nasıldır? Kemeraltı’nda takı çok eskiye dayanıyor. Osmanlı Dönemi’nde kadınlar takılarını kendi yapıp takıyorlardı. Bu sektörde bu kadınların yaptıkları takıları satması da takı sektörünün buradaki başlangıcı diyebiliriz. Çünkü ilk takı yapılması eski çağlara kadar dayanıyor, Türklerde takılar ve süs eşyaları çok önemli bir yere sahipti, insanlar öldüklerinde takıları ve süsü eşyaları ile gömülürdü.

- Bu işi İzmir’de yapıyor olmaktan memnun musunuz? Ya da İzmir’in bu iş için uygun bir yer olduğunu düşünüyor musunuz? Kesinlikle uygun bir yer. İzmir’in bayanları kendilerine bakmayı seviyor çünkü bakımlı görünümün sadece kozmetikten ibaret olmadığını biliyorlar. Giyim kuşamı da kozmetiğin yanında takılarla tamamlıyorlar.

-Peki tasarımlarınızı neye göre nasıl belirliyor sunuz? Özellikle bayanlara hitap eden bir sektördeyiz ve müşterilerimiz belli. Önceliğimiz ise İstanbul. Dolayısıyla elimizden geldiğince farklı tasarımlarla müşteri beklentilerine cevap vermeye çalışıyoruz. Eskiden taşlarla örülü abartılı tasarımlar genellikle özel gecelerde kıyafetleri tamamlayıcı bir aksesuar olarak görülürdü. Fakat günümüzde yapımı günler hatta haftalar süren parçaları müşterilerimiz gündüz de kullanabiliyor. Yani her şeyle birlikte takıya bakış açısı da değişti. Gündüz giyilmez dediğimiz kıyafetler yine gündüz takılmaz denilen takılarla artık birarada kombine ediliyor. Ayrıca her takı kendi içinde bir kompozisyona sahiptir. Taşları bulup çıkardığımızdan sonra ki aşama onlara şekil veriş aşamasıdır. Boncukları da her takının konseptine göre takıya yerleştiririz. Böylece Kemeraltı gibi otantik, antik aynı zamanda modern özelliklere sahip takılar ortaya çıkıyor.

- Müşterilerimiz arasında da alternatif tıp yöntemlerine ilgi duyan ve buna göre taşlarda özel seçim yapanlar var mı? Tabii ki var. Gerek İzmir gerekse diğer şehirlerden sadece stresle başedebilmek için buna iyi gelen taşlardan sipariş veren müşterilerimiz bile küçümsenmeyecek boyutta. Yutdışından (Hindistan, Uzakdoğu) ithal ettiğimiz ve farklı mekanlara hatta müşterilerin o anki psikolojilerine göre kullanılabilecek taşlarımız var. Bunlar rahatlatıcı etkilere sahip özel taşlar. Dolayısıyla müşterilerimizi ürünü almadan önce nerede kullanacaklarsa ona göre yönlendirdiğimiz de oluyor.

-Takı tasarımına ilgi bu kadar yüksekken madalyonun diğer tarafında Uzakdoğu gerçeği var. Ucuz mal ithalatına karşı aldığınız bir önem var mı? Evet. Aslında diğer taraftan taklitçiliğe karşı sektörel rekabet inanılmaz boyutta. Çoğu zaman hangi taşı hangi tasarımda nasıl kullanabileceğimizi söylemekten ya da göstermekten çekiniyoruz. Bu yüzden farkımızı ortaya koymak için ürünü sadece birinci elden müşterilerimize sunuyoruz. Bu şekilde kendilerini özel hissetmelerini sağlamaya çalışıyoruz.

- Satmaya kıyamadığınız bir parça var mı acaba dükkanınızda ? Neden ? Evet, var. Hatta birkaç tane var. Bunlardan birisi doğal olarak kalp şeklinde çıkan mor Kuvars taşıdır. Işıl ışıl parlar ve sanki elinizle oyup irili ufaklı tümsekler yapmışsınız gibi görünür. Bu taşa sadece çok küçük bir törpüleme işlemi yapılmıştır ve etrafına özel tasarım bir gümüş çerçeve çekildi. Buna uygun olsun diye de aynı taştan bir kolye ucuyla kombine ettik. Fakat bu kolye ucunu kimseye göstermedim bugüne kadar, kendi çevrem dışında çünkü benim için özel olan bu Kuvars taşının doğal olarak kalp şeklinde çıkmasının imitasyonunun yapılmasını istemiyorum. Doğadan çok nadir olarak şekilli bir takım taşlar elde edebiliyoruz bundan dolayı da özel kalmasını istediğim için bu parçayı görüntülememenizi rica ediyorum sadece sizin görmenizle yetinmenizi isterim.

-Kemeraltında Kızlarağasında bir dükkana sahip olmanızın faydalarını ve varsa zararlarını bize anlatırmısınız ? Muhsin Bey ufak bir tebessümle her ikisini de yaşıyorum ama fayda demeyelim de artıları, eşsiz tarihi benim için çok özel. Şöyle ki, ben işimi bırakıp bu işe gönül verdim kendimi bu işe adadım diyebilirim. Birçok fuarlara katılıyorum ve elimden geldiği kadar bu sektörü çok yakından hatta içinden biri olarak daha da özenle takip etmeye çalışıyorum. Geçen hafta İstanbul’daki fuara katıldım ve dükkanımı biraz daha zenginleştirdim. Lakin zarar demek istemem ama tüketiciler buraya gelip alış veriş yapmaktan tedirgin oluyorlar. Gözlemlerime dayanarak fiyatların piyasanın üzerinde olduğunu düşünüyorlar Kızlarağası Hanında bulunduğumuzdan dolayı. Aslında böyle bir şey yok benim dükkanımda gerçek taşlar olduğu kadar yarı gerçek taşlar da mevcuttur. Fiyatlarına gelince her zevke her bütçeye göre ürünlerimiz vardır.

- Kemeraltı kültürüne uygun ürünler sattığınızı düşünüyormusunuz ? Kesinlikle evet. Ben takılarımı ve sattığım diğer taşlarla bu kültüründe bir elçisi olduğumu düşünüyorum. Örneğin ben müşterilerime sadece kendi tasarımlarını sunmuyorum onların bana getirmiş olduğu özel istekleri de kendi kültürümle yani bir diğer deyişle Kemeraltı kültürüne uygun hale getirmeye çalışıyorum. Bu güne kadar da memnun kalmayan tek bir müşterim bile olmadı. Tam aksine bir diğer sipari için gelenler oluyor. Kemeraltı kültürünü bana göre en güzel bu takılar temsil etmekte fakat Kemeraltını Kemeraltı yapan asıl şey ise bütün bu gördüklerinizin bir arada ve iç içe kombine olarak bulabileceğiniz bir yer olmasıdır. Yani kıyafet, takı, eşya…. Bunlar kombinasyonel ürünlerdir. Doğal olarak da bir ihtiyaç için gelip baştan yaratılma söz konusudur.

-Sizce takılar bir aksesuar görevi mi görmekte yoksa olmazsa olmazı mı simgelemektedir? Bu kişiye göre değişiklik gösterir her şeyden önce ama bence kişiyi temsil eden ve o kişiyi anlamızı sağlayabilecek en güzel nişandır. Her tasarım kendine has olmasının yanında kullanan kişiye göre şekillenen bir simgedir de aynı zamanda. Kişiyi ruhu ile bütünleştiren bir değerdir. Ben her bayanın kendisi ile bütünleşmesinden yanayım bunu da takılarla yapabileceklerine canı gönülden inanıyorum.

-Herhangi bir organizasyonun parçasımısınız veya bulunduğunuz faaliyetler var mı ? Evet, ben Menemen ve Aliağa’da bulunan 7 okulun istediği taşları ve malzemeleri onlara tedarik ediyorum. Ders olarak takı tasarımı görüyorlar ve ben takı kültürünün yaygınlaşmasından son derece mutluyum ve elimden geldiği kadar böyle çalışmalarda bulunuyorum. Kemeraltı esnafının da bu tür çalışmalarda imzalarının bulunması gerektiğine inanıyorum.

Röpörtajımızın sonunda Muhsin Bey bize fotoğraf çekmemiz için mor Kuvars taşını eline aldı fakat biz bu çekimi yapmayı kabul etmedik onun için bu kadar özel olan bir tasarımın kendisine özel kalmasını Muhsin Beye söyleyerek bize böyle bir fırsat verdiği için teşekkür ettik ve çektiğimiz fotoğrafları kendisinede iletmek üzere röportajımızı sonlandırdık.

30 Ocak 2011 Pazar

BAKIRCILIK VE KALAYCILIK

Yıllarca en gözde meslekler arasında yer alan kalaycılık mesleği gelişen teknoloji ile birlikte yeni çıkan emaye, çelik, krom ve plastik eşyalara karşı direnmeye çalışıyor. Günümüzde arkadan gelen nesl belkide kalaycılık diye bşr mesleğin varlığından dahi haberdar olmayacaklar. Izmirde de eskiden beri kalaycılık dendi mi akla Kemeraltı gelirmiş. Şimdi nir tek ustanın ayakta kalmayı başardığı Kemeraltında, sora sora bulduğum nerdeyse bütün çarşının tanıdığı kalaycı Nazmi usta ile kesişiyor yolumuz.

Sevecen tonton yılların izini yüzünde taşıyan mutlu mu mutlu bir adam. Baba mesleğiymiş kalaycılık. 61 yıllık kalaycı. Işte böyle başlıyor sohbetimiz:

- Oldukça eskisiniz ki bütün çarşı sizi tanıyor. Kime sorsam düşünmeden tarif etti burayı. Kaç yıllık kalaycısınız nazmi usta?

- Şimdi siz 7 yılında okula başlıyorsunuz. Ben okul mokul okuyamadım. Babam dedi sanat daha önemli. Hakkaten de eskiden sanat daha önemliydi ama şimdi okul çok önemli. Oğullarımı okutayım dedim onlarda kendileri istemedi ama torunum var iki tane kız. Ikisinide okutuyorum şimdi. Onlar istesede istemesede okuyacak. Neyse kızım 1943 doğumlayum ben ve 61 yıldır bu mesleği yapıyorum başkada iş bilmem.iki oğlumla birlikte bu dükkanı işletiyoruz.
Yıllarca en gözde meslekler arasında yer alan kalaycılık mesleği gelişen teknoloji ile birlikte yeni çıkan emaye, çelik, krom ve plastik eşyalara karşı direnmeye çalışıyor. Günümüzde arkadan gelen nesl belkide kalaycılık diye bşr mesleğin varlığından dahi haberdar olmayacaklar. Izmirde de eskiden beri kalaycılık dendi mi akla Kemeraltı gelirmiş. Şimdi nir tek ustanın ayakta kalmayı başardığı Kemeraltında, sora sora bulduğum nerdeyse bütün çarşının tanıdığı kalaycı Nazmi usta ile kesişiyor yolumuz. Sevecen tonton yılların izini yüzünde taşıyan mutlu mu mutlu bir adam. Baba mesleğiymiş kalaycılık. 61 yıllık kalaycı. Işte böyle başlıyor sohbetimiz:

- Oldukça eskisiniz ki bütün çarşı sizi tanıyor. Kime sorsam düşünmeden tarif etti burayı. Kaç yıllık kalaycısınız nazmi usta?

- Şimdi siz 7 yılında okula başlıyorsunuz. Ben okul mokul okuyamadım. Babam dedi sanat daha önemli. Hakkaten de eskiden sanat daha önemliydi ama şimdi okul çok önemli. Oğullarımı okutayım dedim onlarda kendileri istemedi ama torunum var iki tane kız. Ikisinide okutuyorum şimdi. Onlar istesede istemesede okuyacak. Neyse kızım 1943 doğumlayum ben ve 61 yıldır bu mesleği yapıyorum başkada iş bilmem.iki oğlumla birlikte bu dükkanı işletiyoruz.

Iki müşteri geldi gitti Nazmi Dayı bunları anlatırken. “dayı” diyorum çünkü tüm çarşı öyle diyor. O herkesin dayısı. Dikkatimi çekiyor kim borcunu sorsa dayı fiyat vermiyor. “gönünden ne koparsa” diyor. Israr etseler de, hiç para konuşmuyor. Tutamıyorum kendimi;

- “Dayı” diyorum. Sen nasıl para kazanıyorsun?
- Ah be kızım Allah kulunun rıskını verir. Ben şimdi para söylesem ne olcak. O gene pahalı bu deyip kendi aklındakini ödemek için pazarlık edecek. Zaten gelen nsanların bütçeleri kısıtlı. En iyisi müşterimin gönlünden ne koparsa. Eeeee ne de olsa müşteri veli-nimetimiz.

- Ustam kriz yüzünden çarşı yavaş yavaş kepenk kapatıyor. Sizide vurdu mu kriz?
- Bizi kriz 25 yıl önce melaminlerin çıkmasıyla vurdu kızım. Bir daha hiçbir zaman işler eskisi gibi olmadı. Sonra melaminlerin boyaları zararlı kanser yapıyor diye kanıtladı bilim adamları. Tam yaşadık dedik piyasa düzelecek. Bu sefer de porselenler çıktı. Camlar çıktı. İnsanlarda haklı tabi benim gelinlerimde kullanıyor onları, biz de. Ama bizim insanımızın kendine yaptığını gavur yapmaz. Bizim çelik ytencerimizin, çaydanlığımızın parçaları neden çıkar kırılır bilir misin yavrum? Çünkü ülkede çelik artıktan üretiliyor. Parça parça birleştirilliyor. Az gelişmişiz diye ithal ettiklerimizde hep aynı o yüzden yadırgamıyoruz. Ama yabancı kendisi nasıl kullanıyor! Tek parça üretilmiş tencere çaydanlık kullanıyor. Hammaddeden drek üretilmiş ürünü kullanıyor kendi. İşte bizde bakırı hammaddeden direk üretiriz aslında. Hiç bir parça kaynak yada monta değildir birbirine.
- Dayı çok büyük işlerde yapar mıydınız eskiden?
- Çok çok büyük devlet işleride yaptık bu atölyede ama devlet bizi dinlemediği için eski sağlık bakanı Ali Bars döneminde bütün emeğimiz çöpe atıldı. Bu atölyede devlet hastanelerinin kazan daireleri için bir buçuk tonluk kazan üretmiştik. Sonra bakır zehirlenmesi nedeniyle kaldırıldı. Aslında biz yaptığımızda demiştik ki, eğer bakırın altı kırmızılaşırsa bakım yapmak gerekir yoksa zehirler. Ama onlar hiçbir zaman bakım yaptırmadılar.

- Nasıl yapılıyor kalay peki?
- İş bizi hiç temiz gelmez kızım. Kalacılıkda kullanılan temel malzemeler vardır. Bunar; kostik, tuz ruhu, nişadı ve kalaydır. Biz sırf kalayla kalaylarız bunun ömrü en az bir yıldır. Diğer yerler yarıkurşun kalayla kalaylar onun ömrü en uzun 3 aydır. Biz kurşun karışımını sadece bakırın içinden çıkarılamayacak kiri kapatmak için kapağın içindeki sıkışmış kısımda azıcık kullanırız. Onu da mecbur kalırsak. Önce kostikle yani sabun mayası ile temizlenir. Eğer çok pisse tuz ruhu kullanılır o kostiğin kuvvetlisidir aslında. Kostik yağını alır ve tamamen temizler. Sonrada kumla yıkanır. Bu işlemde bitince dövülerek yamuk ve sakat yerleri düzeltilir. Daha sonra da ateşte kalaylanır. Kalay ince çubuklardır. Isıtılan bakır kap veya obje bir damla kalayla tamamen kalaylanabilir. Kalaylama önce eritilen parçanın pamukla kabın her yerine dağıtılması sonucunda tamamlanır. Son aşama olarak da kalay iyice tutsun diye su ile temizlenir ve sabitlenir.

Nazmi Dayı sevimli olduğu kadar da inatçı bir amcamız. Kesinlikle acele işi sevmez. Müşteriler geliyor. Herkesi öğleden sonra diye yolluyor. İş yaparken mutlaka kafası sakin olmalıymış. Çaylarımız bitiyor, ve ben uzaklaşırken Nazmi Dayının kalay sesleri hala kafamın içinde melodiler eşliğinde dönerken, çarşı insanın teknolojide gelişse zamanda değişse güleryüzlülüğünü asla kaybetmeyeceğine bir kez daha inanıyorum.

Iki müşteri geldi gitti Nazmi Dayı bunları anlatırken. “dayı” diyorum çünkü tüm çarşı öyle diyor. O herkesin dayısı. Dikkatimi çekiyor kim borcunu sorsa dayı fiyat vermiyor. “gönünden ne koparsa” diyor. Israr etseler de, hiç para konuşmuyor. Tutamıyorum kendimi;

- “Dayı” diyorum. Sen nasıl para kazanıyorsun?
- Ah be kızım Allah kulunun rıskını verir. Ben şimdi para söylesem ne olcak. O gene pahalı bu deyip kendi aklındakini ödemek için pazarlık edecek. Zaten gelen nsanların bütçeleri kısıtlı. En iyisi müşterimin gönlünden ne koparsa. Eeeee ne de olsa müşteri veli-nimetimiz.

- Ustam kriz yüzünden çarşı yavaş yavaş kepenk kapatıyor. Sizide vurdu mu kriz?

- Bizi kriz 25 yıl önce melaminlerin çıkmasıyla vurdu kızım. Bir daha hiçbir zaman işler eskisi gibi olmadı. Sonra melaminlerin boyaları zararlı kanser yapıyor diye kanıtladı bilim adamları. Tam yaşadık dedik piyasa düzelecek. Bu sefer de porselenler çıktı. Camlar çıktı. İnsanlarda haklı tabi benim gelinlerimde kullanıyor onları, biz de. Ama bizim insanımızın kendine yaptığını gavur yapmaz. Bizim çelik ytencerimizin, çaydanlığımızın parçaları neden çıkar kırılır bilir misin yavrum? Çünkü ülkede çelik artıktan üretiliyor. Parça parça birleştirilliyor. Az gelişmişiz diye ithal ettiklerimizde hep aynı o yüzden yadırgamıyoruz. Ama yabancı kendisi nasıl kullanıyor! Tek parça üretilmiş tencere çaydanlık kullanıyor. Hammaddeden drek üretilmiş ürünü kullanıyor kendi. İşte bizde bakırı hammaddeden direk üretiriz aslında. Hiç bir parça kaynak yada monta değildir birbirine.

- Dayı çok büyük işlerde yapar mıydınız eskiden?

- Çok çok büyük devlet işleride yaptık bu atölyede ama devlet bizi dinlemediği için eski sağlık bakanı Ali Bars döneminde bütün emeğimiz çöpe atıldı. Bu atölyede devlet hastanelerinin kazan daireleri için bir buçuk tonluk kazan üretmiştik. Sonra bakır zehirlenmesi nedeniyle kaldırıldı. Aslında biz yaptığımızda demiştik ki, eğer bakırın altı kırmızılaşırsa bakım yapmak gerekir yoksa zehirler. Ama onlar hiçbir zaman bakım yaptırmadılar.

- Nasıl yapılıyor kalay peki?
- İş bizi hiç temiz gelmez kızım. Kalacılıkda kullanılan temel malzemeler vardır. Bunar; kostik, tuz ruhu, nişadı ve kalaydır. Biz sırf kalayla kalaylarız bunun ömrü en az bir yıldır. Diğer yerler yarıkurşun kalayla kalaylar onun ömrü en uzun 3 aydır. Biz kurşun karışımını sadece bakırın içinden çıkarılamayacak kiri kapatmak için kapağın içindeki sıkışmış kısımda azıcık kullanırız. Onu da mecbur kalırsak. Önce kostikle yani sabun mayası ile temizlenir. Eğer çok pisse tuz ruhu kullanılır o kostiğin kuvvetlisidir aslında. Kostik yağını alır ve tamamen temizler. Sonrada kumla yıkanır. Bu işlemde bitince dövülerek yamuk ve sakat yerleri düzeltilir. Daha sonra da ateşte kalaylanır. Kalay ince çubuklardır. Isıtılan bakır kap veya obje bir damla kalayla tamamen kalaylanabilir. Kalaylama önce eritilen parçanın pamukla kabın her yerine dağıtılması sonucunda tamamlanır. Son aşama olarak da kalay iyice tutsun diye su ile temizlenir ve sabitlenir.
Nazmi Dayı sevimli olduğu kadar da inatçı bir amcamız. Kesinlikle acele işi sevmez. Müşteriler geliyor. Herkesi öğleden sonra diye yolluyor. İş yaparken mutlaka kafası sakin olmalıymış. Çaylarımız bitiyor, ve ben uzaklaşırken Nazmi Dayının kalay sesleri hala kafamın içinde melodiler eşliğinde dönerken, çarşı insanın teknolojide gelişse zamanda değişse güleryüzlülüğünü asla kaybetmeyeceğine bir kez daha inanıyorum.

Pınar Aksu

Yaşar Üni. PRAD Öğrencisi.

Kemeraltı'nın Romanları

İzmir denildiğinde Saat Kulesi’nden sonra tarihi Kemeraltı Çarşısı akıllara geliyor. Mezarlıkbaşı semtinden Konak Meydanı’na kadar uzanan bölgeyi içine alan Kemeraltı, turistlerin gezdiği Kızlarağası Hanı ve gelin kızların kına elbisesi baktığı Şadırvanaltı ile hatırlanıyor. Kemeraltı’na can veren insanlar unutuluyor. Özellikle neşeli hayatlarıyla tanıdığımız romanlardan hiç bahsedilmiyor.

Çiçekçi kız bak bana…


Çiçek satan romanlar nerde diye sorduğunuzda Mezarlıkbaşı’nı tarif ediyorlar. Üç çiçekçi roman kız uzaktan gülümseyerek karşılıyor. “Abla demeti bir lira” diye sesleniyor.

İkisi on yedi, diğeri on sekiz yaşında. Sohbetin başında konuşmalarını sağlamak zor olsa da sonradan muhabbet koyulaşıyor.

On yedi yaşında olan yedi aylık hamile. Kocası, doğuda askerlik yapıyor. İkiçeşmelik’te ailesiyle oturduğunu söylüyor. Güncel konular hakkında şaşırtıcı cevaplar veriyor. Gönülçelen dizisini “İzlemiyorum.” diyor. “Abartılı ve gerçeği yansıtmayan bir dizi…” diye devam ediyor. İlginç olan ise Kibariye’yi dinlemiyor. Roman açılımı konusunda da şaşırtıcı cevaplar veriyor.

Siyaset Meydanı’na konuk olan Roman Derneklerinin temsilcilerini eleştiriyor. Romanların hayatları hakkında yanlış konuştuklarını söylüyor. Bütün gün çekirdek yiyip çay içmediklerini, gülüp oynayarak yaşamadıklarını anlatıyor. “Romanlar cenazelerinde bile çalıp oynarlar.” sözüne sinirleniyor. “Hırsızlık yapmıyoruz. Kemeraltı’nda çiçek satarak ekmek parası kazanıyoruz. Kimseye zararımız yok.” diyor.
Yaşar Üni. PRAD Öğrencisi Merve Özkaya'nın Haberi.